Bir Köprü Kurarsın Bin Adam Geçer
Bir köprü kurarsın bin adam geçer, sen geçemezsin.
En son söylenecek şeyleri bazen başta söylemek iyidir:
Bir köprü kurarsın bin adam geçer, sen geçemezsin.
Geçemeyişlerinin farklı sebepleri vardır. Kendi kurduğun köprülerden ilk sen geçmek istersin; iyi ki bir köprü yaptın, derler. En olmayacak kelimeler seni derinden yaralar, onulmaz sancılar çeker, yeni bir durum beklersin kendi köpründen geçmek için. Çok defa teşebbüslerine rağmen gerek zaman zaman şiddetlenen fırtınalar gerek köprünün kendisi bir türlü fırsat vermez, koymazlar ki yürüyesin, koşasın. Hatta o kadar koşmak istersin ve terlemek… Alın terinin değerini bilirsin. Genellikle ‘‘Sen çok koşma, terleme, ter damlacıkları gözlerine kaçmasın’’ (!) diye imkan vermezler durmaksızın koşmana. Halbuki hakikate koşarken döktüğün gözyaşları, ter damlacıklarının gözünü yakmasına izin vermez.
Vakit geçmiş kurduğun köprüler eskimiştir, onları tamir edersin. Yeniden ve özgürce bu köprüden geçmek ister yürümeye başlarsın, belki de köprünün orta yerine geldiğinde köprü yıkılır, hayatın sona erer yine geçemezsin. Hikâye bu kadar kısadır. Bilirsin ki köprü senin çalıştığın iştir, gönlünü verdiğin kişidir, ana ve babandır, aslında köprü biraz da sendir.
Yıkılmış köprünün başında oturur, seni düşünür, yanımda getirdiğim kitabın işaretli sayfalarını okurum. Hakikat pınarlarından kana kana içen üstad şöyle buyurur:
‘‘Yağmurlar yağmaya, kurumuş toprak nefes almaya, ulu dağlardaki ormanların neşesi yerine gelmeye başladığında sen gelirsin.
Gökyüzü bir perdeyle örtüldüğünde, seni görmemek için utancından terlediğinde sen gelirsin.
Güneş görünmez olduğunda, ufuklar karardığında kâinatı aydınlatmak için gelirsin.
…
Gece geldiğinde ben görmesem de bahçede bıraktığın kokundan sabahleyin tanırım seni. Gül kokusu hanımeli kokusu, kekik kokusu…
…
Ah! Hep gelişinin hayaliyle geçti ömrüm.
Bilmem, belki gelirsin belki hep hayal olup kalırsın.
Olsun, ben yine derim ki:
Ey onun dışındakilerin hakikati, o eşsiz varlığın hayali yanında sen bana serap gelirsin, düş gelirsin.’’ (i)
Ben de ‘‘Ey onun dışındakilerin hakikati…’’ cümlesini köprünün mihenk taşına kazırım. Bu muhteşem cümleleri kuran bilge şair gibi seni beklerim yıkılmış köprünün başında. Meramımı onun kadar güzel anlatamasam da titreyen dudaklarımdan şu cümleler dökülür:
Bilirim, buralarda bir yerlerdesin.
Gözlerim kördür; yağmur olup yağdığın zaman, susuzluktan çatlamış dudaklarımı ıslatan damlalarının tadından, ilk düştüğün anda topraktan çıkan kokundan tanırım seni. Bazıları da yağmurun, seni gören gökyüzünün sevinç gözyaşları olduğunu söyler, gerçek midir bilemem.
Özlemle ve çaresizce beklerken, ruhumu aydınlatan nasihatleri kulağıma fısıldayan sesinden tanırım seni. Çünkü sen hakikatin kendisi, her işimde telaşla sağıma soluma bakınarak aradığım mutlak manasın…
Bilirim, bir gün ufuklardan güneş gibi doğup gözlerimdeki çelik ve ruhsuz perdeyi kaldıracak, beni karanlıklardan kurtaracaksın.
(i) Önemli not: Buraya bir kısmını aldığım ‘’Sen Gelirsin’’ başlıklı yazının tamamını okumak için bkz. Ahmet Aydın, Garip, syf. 73 ve devamı; Tibyan Yayıncılık, Mart 2017, İzmir.