9197. Sokak

‘‘Yol o dur ki doğru/ya vara’’

Kadim Sohbetler Hareketi
3 min readSep 22, 2021
Mücahit Göktaş

Uzun caddelerden yürürüz. Çok kalabalık olmayan sokaklardan… Yirmi birinci yüzyıl keşmekeşi orayı bizim hayal ettiğimiz sokaklar olmaktan çıkarmıştır fakat aldırmaz yürürüz. Bazıları yolda yürürken sağa sola değil önüne bakar. Mahcuptur, sebebi bilinmez bir mahviyet kuşatmıştır içlerini. Bunun nedenini sorduğumuzda şöyle söylerler:

Biz konuşmayı beceremeyenleriz, o yüzdendendir bu küskünlüğümüz. Dargınlığımız kendimizedir.

Açıklama devam eder:

Soru ve anlamın hayat bulduğu gün, yani O’nun ‘‘Ol!’’ dediği gün meydana gelen ilk şey sözdü. ‘‘Önce söz vardı.’’ Kelam, O’nun anlam dünyamızı şekillendiren en önemli özelliği idi. O, bize evvelemirde konuşmayı öğütleyendi. Evet O’nun ilk emrini, yani konuşmayı beceremedik, bu bize ar olarak yetti…

İçimden mırıldanırım:

Aslında O, sözün ta kendisiydi. Evet, siz sözün ne olduğunu anlayamadığınız için bu çektiklerinizi hak etmektesiniz ve evet konuşmadıkça mahcubiyetiniz artacak, bu sizin için hayır mı şerr mi oraya karış-a-mam!

Dükkanlarla, önünle çay içen esnafıyla, Ege’de iseniz ucu denize çıkan Anadolu’da hayata açılan kapılarla biten sokaklardan bahsediyorum. Kedi ve köpeklerin devamlı yürüdüğü, muzip bir çocuğun babasının kolunu çekiştirerek ‘‘Babacığım! Bu kedi, köpek hep yürüyor. Nereye gidiyor acaba bunlar? Diye sorarak, hınzırca sırıttığı sokaklar. Kasabada sağlı sollu araçların park ettiği, büyük şehirlerde trafiğin oluştuğu dar sokaklar.

Geçenlerde böyle bir sokaktan yürüdüm. Yokuş aşağı salınınca bir kilimci dükkanının önünde yaşlıca bir amcaya gözüm ilişti. Karşıdaki çay ocağından biri kendime biri amcaya iki çay söylemek için içeri girince çırağa usulca sordum, şu karşıdaki amca kimdir, kimlerdendir diye? Pehlivan Halil dedi çocuk. Önceleri pek yiğitmiş, memlekette sırtını yere getiren çıkmazmış, bu dükkanda kilim satar geçinir gelene gidene nasihat edermiş.

Elimde iki çay bardağıyla kendi dükkanı önündeki ahşap iskemleye çökmüş, görmüş geçirmiş olduğu her halinden belli olan ihtiyara selam verdim. Biraz takılayım, konuşturayım biraz da kızdırayım şu piri faniyi niyetiyle: Ne o amcacığım, yaşadığın onca yılın altında ezilmiş gibi çöküp kalmışsın şuracığa! İşlerin mi iyi gitmiyor yoksa? Diyerek karşıdaki oturağa kurulurken göz göze geldik. Hafifçe gülümsedi. Babacan bir tavırla: Nerden gelir, nere gidersin evlat? Bizimkisi işgüzarlık ya: Yoldan gelir yola giderim amcacığım. Pek sevinmişti güzel adam bu cevaba… Burası dedim amcacığım eskiden beri sizin mi? Evet dedi sakalını sıvazlarken; babamındı, ona babasından kalmış yani dedemden, ona da babasından kalmış, ona da, ona da…

Sözün gidişatı belli olmuştu, ses etmeden pür dikkat dinlemeye koyuldum. Çayını karıştırırken son kez takıldım, şeker zarar vermesin? Malum bu yaşta maazallah! Alınmadı Pehlivan Halil. Bak dedi evlat bak! Şu civarda dost düşman belimi yere getiren kimse çıkmadı. Sağlam tütün tiryakisiyim o bile yıkamadı beni. Küçük bardağın içindeki iki şeker mi alaşağı edecek ha!

Duraksadı biraz, öksürük nöbeti…

Ama, dedi yavrucağızım beni yıkan bir şey vardı şu koca ömründe dikkat et de seni yıkmasın hâ!

Anlamıştım, hiçbir yerde bulamayacağım muhteşem bir vaaz başlıyordu.

Nedir o amcacığım demek için hazırlık yaparken yüksek sesle:

‘‘Kibir yavrucuğum, kibir. Kibir her şeyi renkli ve ışıltılı gösteren, ama takan kişiyi alay konusu olacak kadar madara eden bir gözlük gibidir. Sinsidir, kibir sahibi kibrini bilmez, sadece onun tutsağı olur. Doğurgandır, giderek büyür ve tüm hücrelerinizi ele geçirip bizi paçavraya döndürmeden önce ondan kurtulmamız çok zordur. Acımasızdır, kurbanını en tepeye çıkartıp, yere öylece fırlatır. Merhametsizdir, bizi terk ettiğinde istesek de onu geri kazanamayız. Kibir ruhun katilidir. Kibir kurdu kocayınca köpeklerin maskarası yapar. Soytarıyı tahta oturtup, kralı şaklaban kılar. Öyle akıllı, öyle hilekardır ki, en ahmağından en dâhisine herkesi gözünün yaşına bakmadan donunda sallar. Kibir kurbanı, kukla ustası olduğunu sanan bir kukladır. Kibir bir dev aynasıdır evladım. Ona bakan kişi onu görmez, ama o her şeyi görür. Sabırlıdır, sessizdir, hazzını paylaşmaz. Sadece içinden güler ve o muhteşem düşüş anını bekler…’’

Çayım bitmişti, anın büyüsünü bozmamak için amcadan helallik istedim ve hızlıca yokuş aşağı salındım. Aklımda yakın zamanda bir arkadaşın imasını söze döktüğüm satırlar, sürekli tekrar halinde:

‘‘Gurur, kibir ve egonun vücut bulmuş haliyim. Selam almam. Size selam vermişsem bilin ki bu benden size büyük bir lütuf…’’

Yokuş aşağı başım öne eğik düşünceli yürürken; bir gün bu arkadaşın yolunun, sağa sola bakmayıp sadece önüne bakanlarla ve konuşmayı beceremeyenlerin yoluyla kesişmesini diledim sadece.

--

--

No responses yet